Sanayi toplumunun şirket modeli bir makine gibi tasarlanmıştı. Şirket çalışanları da bu makinenin dişlileri gibi olmalıydı. Çalışanlar kendilerine verilen görevleri, hiçbir yaratıcılık katmadan eksiksiz yaparlarsa, sistem mükemmel çalışırdı. Kitlesel üretim için tasarlanmış bu model, iyi tanımlanmış işlerin tekrarlanmasına dayanıyordu.

Endüstri devriminin ürünü olan bu sistemi verimli kılan, insanların nitelikleri değil, sistemin mükemmelliğiydi. Bu sebeple Henry Ford’un fabrikasında sistem ne kadar iyi tasarlanırsa, verim de o kadar artıyordu. Zaten sanayi döneminin esas hedefi, eğitimsiz ve mesleksiz yığınları üretken kılmayı başarabilmekti. Sistem, hiçbir çalışana bağımlı olmadan, “kitlenin” başarısı olarak ayakta duruyordu.

Sanayi sonrası dönemin koşuları ise tamamen farklı. Bugünün şirketlerinde yapılan işlerin pek azı, tekrarlanan mekanik işlerden oluşuyor. Artık yapılan işlerin çoğunluğu, çalışanların her seferinde yeniden düşünmelerini, tasarlamalarını, karşılarına gelen sorunları yaratıcı bir şekilde çözmelerini gerektiren işler.

Bugünün örgütlerinde kendini tekrarlayan standart işlerin yerini duyarlılık, buluşçuluk, işbirliği, etkileşim ve paylaşım isteyen yaratıcı işler aldı. Bu örgütlerin, hayatiyetini ve verimliliğini korumak için çalışanları ortak bir amaca inandırmak, ikna etmek gerekiyor.

Bugünün şirketlerinde çalışanların gönüllü olarak kendilerini işlerine vermeleri, öğrenmeye, paylaşmaya ve işbirliğine açık olmaları, yaratıcı ve  esnek düşünebilmeleri gerekiyor. Sanayi dönemi sıkı kontrol üzerine kurulu bir dönemdi; sanayi sonrası dönem ise gönüllülük üzerine kuruludur. İki dönemin anlayışı, paradigması birbirine tamamen zıttır.

Ben bugünün işletmelerinin, maddi sermayeden çok daha önemli olan insani sermaye üzerine kurulu olduğunu düşünüyorum. İnsani sermaye, bir şirketi oluşturan bireylerin birlikte hareket ettikleri ve iş yapabildikleri bir birikimdir.

İnsani sermaye, yaratıcılık ve iletişim odaklı yeni nesil örgütlerin temel gücüdür. İnsani sermaye; bir örgütü, hayatlarını kazanmak mecburiyetinde olan insan yığınından, ortak bir yazgısı, amacı ve heyecanı olan, birbirine kenetlenmiş insan topluluğuna dönüştürür.

Çalışma hayatı her geçen gün daha fazla insan odaklı bir nitelik taşımasına rağmen, başta şirket liderleri olmak üzere çoğu yöneticinin dünya görüşü hala eski anlayışların egemenliği altında. Üretim ilişkilerimiz yeni bir aşamaya gelmiş olmasına rağmen şirket yöneticilerinin çoğunluğu kendilerini eski anlayışlardan kurtarabilmiş değil.

Bugün yaptığımız iş ne olursa olsun, hepimiz bize değer verilmesini, desteklenmeyi ve katkımızın bir anlamı olduğunu hissetmek istiyoruz. Etrafımız iyimser, paylaşımcı, işbirliğine yatkın kişilerle çevrili olduğunda enerjimiz yükseliyor. Böyle bir ortam bulduğumuzda, en kritik ve problemli anlarda bile dayanıklılığımız artıyor. Adil ve şeffaf bir ortam bizim sadakatimizi arttırıyor, bizi çalıştığımız kurumun yoldaşı yapıyor.

Şirketler sadece teknoloji ve süreçlerin egemenliğindeki yerler değildir. Çok yetenekli insanların çalıştığı, verimli süreçleri ve ileri teknolojileri olan, ancak bir türlü başarıyı yakalayamayan birçok şirket vardır. Kuşku, çatışma, değer bilmeme, sevgisizlik ve güvensizliğin hâkim olduğu ortamları hiçbir süreç, teknoloji ya da parasal ödüller başarılı kılamıyor.

Bir şirkette işlerin başarılmasını, sorunların çözülmesini ve rekabet avantajı elde edilmesini sağlayan teknoloji ya da süreçlerden çok insanlar arasındaki bağlardır; bu bağların yansıması olan şirket içinde esen havadır. Bir organizasyonun havasını, kokusunu belirleyen ise insanlar arasındaki elle tutulmayan ve yazılı olmayan sosyal anlaşmalardır.

Bir şirkete girdiğiniz zaman, oraya hâkim olan havayı hemen fark ederiz. Koridorlarda karşılaştığımız insanların birbirilerine nasıl davrandıkları, ofislerin görünümü, ortak alanlara hâkim olan atmosfer; o şirketin ne kadar enerjik, dostane, iyimser ya da kasvetli, kuşkulu, tedirgin ve öfkeli olduğunu anlatır bize.

İster müşteri isterse tedarikçi olarak bir şirketle ilişkiye girdiğimizde, bizde oluşan duygular, bize o şirketin insani sermayesinin kalitesini gösterir.

Nitelikli bir insani sermaye kendiliğinden oluşmaz. Bir kurumun insani sermayesinin oluşması için liderin bu konuyu birinci öncelik olarak ele alması ve bu konuda bilinçli bir çaba göstermesi, yatırım yapması gerekir.

İnsani sermayeyi güçlendirmek sadece yıllık şirket toplantılarında, “biz bir aileyiz” demekle ya da çalışanlara “ortak” diye hitap etmekle olmaz. İnsani sermayenin oluşması için, çalışanları “motive etmekten” daha fazlası gerekir. Nasıl kan bağlarıyla birbirine bağlı olan aile fertleri arasında bile gönül bağı sağlanamıyorsa, şirketlerde de insani sermaye kendiliğinden oluşmaz. Bir kurumda bütün insani ilişkilerin, bizzat lider tarafından “mayalanması” yani liderin kendi davranışlarıyla örnek ilişkiler başlatması gerekir.

Eskiden “işten kaytarma” olarak görülen birçok davranış, bugün iyi insani ilişkiler yaratmak için vazgeçilmez unsurlar olarak kabul ediliyor. Mesela bugün, çalışma arkadaşlarıyla sohbet etmenin, aslında insani sermayeyi güçlendiren, kriz anlarında harekete geçecek güçlü bağlar kurmanın bir koşulu olarak görülüyor. Çalışanlar arasında kurulan bu ilişkilerin, örgüt psikolojisi ve verimliliği üzerinde son derece olumlu etkileri olduğu anlaşılıyor.

Bu bulguyu dikkate alan GoogleAppleİdeo gibi yeni nesil şirketler, çalışanların iş saatleri içinde buluşmalarına, sohbet etmelerine fırsat verecek mekânsal düzenlemeler ve yatırımlar yapıyor.  Bu şirketler, insanların karşılaşıp, konuşabilmeleri için merdiven sahanlıklarını genişletmeye, yemekhane ve kafeteryaları güzelleştirmekten, ortak buluşma ve çalışma alanları yaratmaya kadar birçok yaratıcı uygulamalar yapıyor.

Hepimiz biliyoruz ki birbirini tanıyan ve iyi ilişkide olan insanlar, aslında bir işin en iyi nasıl örgütleneceğini, kimin söz konusu projeye katkıda bulunacak yeteneği olduğunu çok iyi bilirler. İşbirliği yapmak, usta çırak ilişkisi içinde olmak, birbirinden öğrenmek, sorunların çözümünü kolaylaştırır. İnsani sermaye, resmi kurallardan çok, kendi alanlarında yetkinlikleri olan insanların birbirleriyle kuracakları sıcak ilişkilere, güvene ve paylaşıma dayalıdır.

Bugün hiç birimiz tek başımıza bir değer üretemeyiz. Aksine artan uzmanlık alanlarıyla düne kıyasla, kendi bilgi alanlarımız dışında giderek daha az bilgi sahibi bir konumdayız. Bu ortamda, ancak paylaşarak ve diğerlerinin bilgisini kullanarak değer üretebiliriz.

Birçok sosyal bilimcinin de değindiği gibi günümüz toplumunda insanların sosyal zekaları yani birbirleriyle ilişki kurma becerileri, sahip oldukları IQ’dan daha önemli.

Bugünün başarılı şirketlerinin hepsi, insani sermayenin çok güçlü olduğu şirketler. İçinde bulunduğumuz üretim ilişkilerinin belki de eskiye kıyasla en farklı tarafı, insanin sermayenin nasıl oluşması gerektiği konusudur. İnsani sermayenin kalitesi, bir şirketin rekabet gücünü belirleyen en önemli unsur; bu nedenle her liderin bu konuyu birinci önceliği olarak ele alması ve çalışma ortamının koşullarını buna göre yeniden tasarlaması gerekir.

Bunun için liderin, hem şirketin ilkelerini ve alt yapısını bu amaca göre oluşturması gerekir hem de insan ilişkilerini kendi eliyle bu amaca uygun olarak “mayalaması” gerekir. İyi insan ilişkilerinde bir numaralı örnek, şirket liderinin kendisidir.

Böyle yaptığı taktirde lider, gerçekten kendi yolculuğuna gönülden eşlik edecek yoldaşlar yaratacağını görecektir. Bugünün sert rekabet ortamında da herhalde bir liderin sahip olmak isteyeceği en önemli güç, bu yoldaşlarıdır. Çünkü bir lideri başarılı kılacak olan, onunla bu yolculuğu yapan yoldaşlarıdır. Yoldaşlık ise ödül ve cezayla elde edilmez, yoldaşlık gönülden destek vermek demektir.

Temel AKSOY

0 Yorum

Bir Cevap Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

®  2024 Araştırıyorum 

Düşünceler

Paylaşmak istedikleriniz mi var?

Gönderiliyor

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?